Şairlerin Anıları - Hüseyin Rahmi Gürpınar


Hüseyin Rahmi Gürpınar, anneanne, teyzeler, dadılardan oluşan kadınlarla dolu bir evde büyüdüğü için onlardan nakış işlemeyi, dantel örmeyi, yemek yapmayı, müziğe, estetiğe derin bir sevgi beslemeyi öğrenmiş. Muhtemeldir ki romanlarında kadınları, onların iç dünyalarını bu kadar iyi anlatması çocukluğunda büyüdüğü bu ortamın eseridir.

Hüseyin Rahmi’nin bir sürü eldiveni vardı. Sokağa, eldivensiz hiç çıkmazdı. Bunları, şık olmak düşüncesiyle değil, mikrop kapma korkusuyla giyerdi. Kapı kollarına mendilsiz dokunmazdı. Hiç kimseyle tokalaşmaz. Peçetesiz, kolonyasız evden çıkmazdı. Jestler yaparak konuşan, kibar bir İstanbul hanımefendisi gibi ellerini dizlerinin üzerinde kavuşturarak oturan ya da kısa kahkahalarla gülerek bitiştirdiği parmaklarıyla dudaklarını kapatan, kravat, papyon gibi aksesuarlara düşkün, kırmızı renge tutkun Hüseyin Rahmi zaman zaman da kendinden beklenmeyecek kadar sert üslupla yazılmış makaleleriyle kendisini şakacı, nazik biri olarak hatırlayanları şaşırtmıştır.

Heybeliada’lılar bisikleti ilk kez gördükleri için, bisikletle gezmeyi çok seven Hüseyin Rahmi’ye “şeytan arabalı“ derler.

Gürpınar’ın örgü ve dantel merakı, babaannesinin ve teyzesinin yanında büyüdüğü çocukluk yıllarına kadar uzanır. İleriki yaşlarında yalnızlığını gidermek, sıkıntılarını unutmak için hobiye dönüşür bu merak. Şimdi müze olan Heybeliada’daki evinde yatak odasındaki yatağın üzerindeki işlemeli pembe örtü, işlemeler de, mutfaktaki masanın örtüsündeki tığ işi motifler de bizzat yazarın kendisine ait. Duvarlarda asılı peyzajlar da Hüseyin Rahmi’nin yapıtları. Yemek yapmayı çok sever, özellikle reçel ve dondurma konusunda adeta uzmanlaşmıştır.

Heybeliada’daki köşkte yengesi Aliye Hanım, Aliye Hanım’ın kızı Safter Hanım, hayat arkadaşım dediği Miralay Hulusi Bey ve hizmetçisiyle yaşar. Hulusi Bey 1933’te vefat edince sıkıntıdan ve kederden kaçmak için Mısır’a gitmesi arkadaşına duyduğu sevgiyi anlatmaya yeter. Kitaplarını ilk önce okuttuğu, her sabah birlikte yürüyüşe çıktığı Hulusi Bey dışında yalnızlığını kimseyle paylaşmadığını söylemek yanlış olmaz. Müzmin bekardır ve ömür boyu evlenmez. Aşk onun için cinselliğin öne çıktığı gelip geçici bir durumdur. Refik Ahmet Sevengil, Gürpınar’ı anlattığı bir yazısında şöyle der: “Şimdiye kadar hiç evlenmemiştir. Bir gün sebebini sorduğum zaman önce sıkıldı. Çocukluğunda aralarında büyüdüğü eski İstanbul hanımlarından öğrenilmiş bir mahcubiyet edası ile kızardı, sonra galiba suali cevapsız bırakmış olmamak için gülümsedi: Yattığım odada başka nefes istemem, sinirlenirim; bunun içindir ki misafirlikte de kalamam…”

“Dün küçük hanımlar seyre gittiler. Gördün mü? Beyoğlu’nda tiyatro varmış. Gördüm, gördüm. Sokağa bir sürü köpek gelmiş gibi harhar harhar bir gürültü oldu. Cumbaya koştum. Bir de bakayım ki konağın kapısının önüne otomobil gelmiş. İçerinden bakalım kim çıkacak diye bekledim. Beklerim beklerim kimse çıkmaz. Kuruyan erik ağacının kökünü söktük de hastalara biraz bulgur çorbası pişiriyordum. Çorba lapa olmasın diye bir ocağa koşarım, bir cumbaya koşarım. Bilmem Bulgurlu’ya gelin mi gidiyor, bu ne bitmez tükenmez süs, düzen… En sonunda çıktılar. Hacı’nın kızları Nermin, Narin, Hafız’ın gelini Sadiye, üçü beraber… Hanım, ne kılık, ne kıyafet… Kokona desem bunların yanında kokona da bir şey mi acaba?” (Hakka Sığındık)

Hiç yorum yok

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *